Suriye’de iki yıldan beri devam eden kargaşalardan ve giderek kendini iç savaş atmosferine bırakan kaostan canlarını zor kurtarmış yedi aile Dikmen Vadisi’ni yeni yaşam alanı olarak seçmişler. Oldukça zor şartlarda hayata tutunmaya çalışan aileler savaştan ötelenen dünyalarını güvenli bir liman olarak gördükleri Türkiye’de yeniden inşa etme çabasındalar.
Büyükler kağıt ve geri dönüştürülebilir katı atık toplayarak
günlük 15-20 TL gibi bir ücret kazanırken, çocuklar kentin çeşitli noktalarında
dileniyorlar.
Derme çatma oluşturdukları çadır ve barakalarda yaşama tutunan aileleri eylül ayının sonlarına doğru buluyoruz. Gördüğümüz manzara olağanüstü trajik ve önümüz kış. Gölcük, Düzce ve Erciş depremleri sonrası kendi imkanlarıyla kurdukları ya da Kızılay’ın çadır kentlerinde kışın ortasında yaşam mücadelesi veren depremzede aileler, çocuklar aklıma geliyor. Tablo oldukça ürkütücü çünkü boğazlarından en son ne zaman huzur dolu sıcak bir lokma geçti anlamak çok zor. Gözler sürekli dalıp gidiyor bilinmez çaresizlikler üzerine...
Savaşın mahvettiği o kadar çok hayat vardır ki, sulh
içerisinde olanların bunu anlaması, algılaması mümkün değildir.
Orta yaş ve üzeri aile bireylerinin çoğunda sağlık sorunları baş gösteriyor. Yüzlerinde sürekli acı hissi var. Savaştan kaçışın verdiği
huzursuzluk ve yeni yaşam alanlarına adaptasyon sorununun yanı sıra
hastalıkların bünyeleri üzerinde yarattığı tahribatın acısı.
Etrafta çok sayıda çocuk var. Yaşları sıfır ile on üç
arasında değişen onlarca çocuk fotoğraf makinamı görünce “beni de çek” diye
etrafımda dört dönüyorlar. Görebildiğim anları kaydetmeye çalışıyorum içimde
üzücü tablonun verdiği acıma duygusu.
Bir oyun içerisinde buluyorum adeta kendimi, etrafım çocuklar tarafından
çevrilince. Yoksulluğu çaresizliği fotoğraflama oyunu. Bulundukları ortamın ve
dünyanın farkında olmayan çocuklar oldukça mutlu görünüyorlar.
Gülüp oynuyor,
sağa sola koşuşturuyorlar. Onlar değil de sanki, elinde fotoğraf makinası, huzur
içerisinde yaşayan, akşam evinde sıcacık yemeğini yiyecek olan ben savaştan
çıkmış kadar yorgun ve üzgün hissediyorum kendimi, bir de benimle aynı
duyguları paylaşan ebeveynleri. Çocukluk da bu işte… Güzellikleri hayallerinde
gizli…
Ahmed Arif’in şu dizeleri geliyor aklıma…
“Düşün, uzay çağında
bir ayağımız,
Ham çarık kıl çorapta
olsa da biri,
Düşün olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda”
Çocuklar dünyalarını savaş ve kaçış üzerine kuruyorsa bütün
dünyevi çabalarımız boşuna…
İlginç enstantaneler sunuyor çocuklar. Yaşadığı ve tavanı
plastik şişelerle dolu evinin önünde duran ufaklığın boynundaki kart dikkatimi
çekiyor. Bazılarının Moncher (monşer) diye tabir ettiği Dışişleri Bakanlığı personel
giriş kartı.
Barındıkları çadırın içerisine şöyle bir göz atıyorum.
Eşyasızlığın yanı sıra, en çok duvarda asılı bulunan M. Kemal Atatürk’ün
biri askeri üniformalı ikisi takım elbiseli portreleri dikkatimi çekiyor.
Soruyorum: “Atatürk’ü seviyor musunuz?" diye
“Belli belirsiz bir Türkçe'yle: “Seviyoruz, Atatürk iyidir”
diyorlar.
Kendi milliyetinden olan insanların seni yıllar sonra
hatırlayıp anması liderlik ise, hem kendi milletinin hem de başka milletlerin
seni güzelliklerle yad etmeleri olağanüstü bir gurur kaynağı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder