Ülkemizde yayın yapan yerel, ulusal birçok kuruluşun kapısından içeri girip yıllarca çalıştıktan sonra Anadolu Ajansı Fotoğraf Haberleri Servisi’nden emekli olan usta bir foto muhabiri Aziz UZUN.
25 yıllık meslek
hayatında otuz civarında ödül alan, çektiği fotoğraflar ulusal ve uluslar arası
basında geniş yer bulan mütevazi kişiliğinin yanında mesleğe ilk başladığı
andan günümüze kadar fotoğrafa yönelik heyecanından asla taviz vermeyen Aziz
Uzun, çeyrek asırlık mesleki deneyimlerini bizlerle paylaştı.
Fotoğrafla tanışma serüveniniz nasıl başladı? Mesleğe nasıl
adım attınız?
Fotoğrafa
merakım lise yıllarında başladı. Liseye giderken fotoğraf seminerlerine, dia
gösterilerine ve fotoğraf sergilerine gidiyordum. Fotoğrafçılarla sohbet etmeye
çalışıyordum. Aldığım amatör bir makineyle arkadaşlarımın fotoğraflarını
çekiyordum. Sınıflar arası futbol maçlarını çekerek spor fotoğrafına ilk
adımımı atmıştım. Daha sonra basketbol maçlarına, kuyrukta bekleyip bilet
alarak girdikten sonra, fotoğraf makinemle sahaya inerek bir foto muhabiri gibi
fotoğraflar çekmiştim. O zamanlarda Spor ve Sergi Sarayı’nda oynanan (şimdiki
Lütfi Kırdar Kongre Merkezi) 1. Lig basketbol maçlarında saha içinde kimlik
kontrolü yapıldığında yerimi değiştirmiş, ama yine de sahadan çıkmayıp fotoğraf
çekmeye devam etmiştim.
Lisenin
ardından Bulvar Gazetesi’nin yetiştirmek üzere genç muhabir adayları aradığını
duyarak, büyük bir heyecanla 1987 yılı Temmuz ayında bu gazetenin spor
servisine gittim. Bu gazetede fotoğraf çekmek, film yıkayıp siyah beyaz
fotoğraf baskısı yapmanın yanı sıra, daktiloyla yazmayı, haber kovalamayı ve
hatta sayfa sekreterliğini dahi biraz öğrenme fırsatı buldum. Benim bu işe
hevesli olduğumu gören birçok kişi, hem yardımcı oluyor, hem de bana daha fazla
iş veriyordu. Gece gündüz demeden 6 ay izinsiz çalıştığımı biliyorum. O
yıllarda spor gazeteciliğine başlayan bir kişi öncelikle tozlu veya çamurlu
zeminlerde oynanan amatör futbol maçlarına giderdi. Bazı gazetelerde amatör
maçlara geniş yer verilirdi ve önemsenirdi. Bir gün içinde beş maç çekip,
yıldız tablolarını hazırlayıp gazeteye akşam dönerdim. Daha sonra karanlık
odada siyah beyaz fotoğraflarımı basarken duyduğum keyfi şu an dahi
hissediyorum. Kart üzerinde görüntünün yavaşça oluşması bir büyü gibi gelirdi
bana. Eğer iyi bir fotoğraf çekip gazeteye de imzamla girdiyse, demeyin
keyfime. Amatör maçlarda olay çıkmasını bekler ve çıktığı anda cansiperane
çalışıp, fotoğraflarımı sayfayı yapan ağabeylere heyecanla gösterirdim. O yıllarda
gazeteler dışında sadece tek kanallı TRT olduğu için, gittiğim her yerde bir
gazeteci olarak büyük ilgi ve saygınlık görürdüm. Şu anda gazetecilik yapan
gençler kesinlikle bu ortamı görmedikleri için çok şanssızlar. Daha yeni
olduğum için her ay gazetede çıkan haber ve fotoğraflarımın sayısına göre
gazetenin yazı işleri müdürü tarafından bana para yazılırdı. O zaman için
Zenith fotoğraf makinesi, 50
mm. ve 5.5 diyafram 300 mm objektiflerim vardı.
Bazen gazetede çıkan fotoğraflarımı kesemediğimde arşivden arar ve bulur,
keserek dosyama koyardım. Bir gün yine eski bir gazeteyi bulamayınca yazı
işlerinin oradaki tahtaya asılı arşivden kesmeye başladım. Beni gören gazetenin
genel yayın yönetmeni, ‘’sen ne yapıyorsun burada?’’ diye bana çıkıştı. Tabi
ben bir daha o varken oralarda görünmedim. Ancak o daha sonra bizim servise
gelerek ‘’Bu çocuk habire arşivleri kesiyor, bakın şu çocuğa yahu’’ deyiverdi.
Ben bir daha ona görünmemeye çalışsam da adım arşiv kesen çocuğa çıkmıştı bir
kere. Ne zaman spor servisine gelse, ya benim habire arşiv kestiğimden
bahsediyor, ya da ‘’arşivlere dokunma oğlum, onlar bize lazım’’ diyip
duruyordu. Bir gün elime bir yazı verip onu yazı işlerine götürmemi söyleyen
sayfa sekreteri ağabeye, ‘’Yok ben asla oraya gitmem, orada Yalçın Bey var,
yine beni arşiv kesiyorsun diye tersleyiverir’’ demiştim. Bulvar Gazetesi’nde
16 ay kadar çalıştıktan sonra gazete kapatılınca birçok kişi gibi ben de işsiz
kaldım.
Daha sonra 6 ay, iki haftada bir çıkan ‘’İstanbul’’ isimli mahalli bir gazetede
çalıştım. Doğru düzgün maaş alamayınca oradan da ayrılarak bir tanıdık
vasıtasıyla Milliyet Gazetesi Spor Servisi’ne başladım. 1990 yılında Milliyet
belki de spordaki en iddialı gazeteydi. Arka sayfası spora ayrılan Milliyet
için ‘’arkadan okunan gazete’’ yakıştırması bile yapılırdı. Orada alanında çok
önemli isimlerle bir arada çalışmanın zevkini ve gururunu yaşadım. Şansal
Büyüka’nın müdürü olduğu serviste İslam Çupi, Attila Gökçe, Orhan Aldinç, Ercan
Güven, Hüseyin Kırcalı, Yılmaz Canel, Yaşar Saygı, Bilal Meşe, Halil Özer,
Gürcan Bilgiç, Turgay Örme, Mesut Yavuz, İhsan Topaloğlu, Cem Şengül, Hasan
Tankaya ve daha birçok önemli ismin yanı sıra benim gibi genç arkadaşlar da
vardı. Orada daha iyi makine ve objektifler alıp, tecrübemi arttırdım. Milliyet
Spor Servisi’nde fotoğraflar çok titiz bir biçimde seçilir ve sayfa
yapılırdı. Maçlarda çekilen dia pozitif filmlere, dia makinesinde tek tek
üzerinde tartışılarak bakılır, herkesin fikrini söyleyebildiği bir ortamda
(eğer müdür ağırlığını koymamışsa), oybirliğiyle sayfalarda yer alacak
fotoğraflar belirlenirdi. Sadece bu seçim bile başlı başına bir olaydı.
Milliyet’in ardından sırasıyla Yeni Şafak, Sabah ve Fanatik gazetelerinde çalıştım. Gazetelerde geçen 10 yılın ardından 1998 yılında Anadolu Ajansı’na başladım ve burada 15 yıl çalıştım. Burada spor ve onun dışındaki olayları da foto muhabiri olarak izledim. Ve o zaman, spordan gelme bir foto muhabiri olmanın, diğer olayları çekerken bir avantaj yarattığını fark ettim. Çünkü refleks olarak çok çabuk çekim gerektiren spor olaylarından diğer olaylara geçince, durağan olaylarda bile eski alışkanlıkların etkisiyle uyanık ve anında tepki verebilecek şekilde hazır oluyorsunuz. Anında bir olay çıktığında hemen ona uyum sağlayıp en iyi görüntüyü hızlı bir şekilde almaya çalışıyorsunuz. Çünkü spor çekmeyi seven bir foto muhabiri her zaman durağan olaylar yerine daha hızlı ve hareketli olayları izlemeyi ve çekmeyi sever diye düşünüyorum. Ben toplumsal olaylarda, polisle karşılaşan eylemcileri çekmek için risk alıp hep olaya yakın olmaya çalışmışımdır. Ancak gaz atıldığında yaşanılan olumsuzluklar ve nefes dahi almanın güçleştiği bir ortam, herkes gibi beni de olumsuz olarak etkilemiştir.
Usta gazeteci Necmi Tanyolaç, hem spor servislerinde müdürlük yapmış, hem de
gazete genel yayın yönetmenliğinde bulunarak, yıllarca her türlü olayı farklı
açılardan değerlendirebilmiş tecrübeli bir isimdir. Onun spor gazetecilerine
söylediği, ‘’Biz cinayeti görüyoruz arkadaşlar’’ lafı beni etkilemiştir. Bu laf
çok doğrudur, çünkü bir spor karşılaşmasını izlemek ve oradaki her şeyi
ayrıntısıyla değerlendirebilmek bizim elimizdedir. Oysaki bir cinayet, kaza
veya başka bir olayın ardından gazeteciler hemen olay yerine gelir ve bilgi
toplamaya çalışırlar. Foto muhabirleri olay yerini, olaya karışan kişilerin
kimliğini ve olaydan etkilenen insanların fotoğrafını çekmeye çalışır. Bu
şekliyle cinayete, yani sportif olaylara baştan sona tanık olma ayrıcalığına
sahip olan spor foto muhabirleri, bu avantajlarını en iyi şekilde kullanarak en
iyi fotoğrafları yakalamak için uğraş verirler.
Meslek hayatınızda yaşadığınız en büyük zorluk neydi, nasıl
bir hikayeydi?
Meslek
hayatımda yaşadığım en büyük zorluk; Somali’de olumsuz şartlar içinde
geçirdiğim 1 aydı diyebilirim. Açlık, hastalık ve iç savaşın tüm
olumsuzluklarının yaşandığı Somali’nin başkenti Mogadişu’da geçirdiğim günler
üzerimde büyük bir etki bıraktı. Bir patlamada 80 kişinin ölüp, onlarca kişinin
yaralanması orada her zaman gerçekleşebilecek olaylardandı. Kömürleşmiş
cesetler ve etrafta silahlarıyla gezen birçok insanın yarattığı olumsuz ortamda
fotoğraf çekmek insanın psikolojisini gerçekten zorluyor. Savaş ortamında
bulunmaya alışık olmadığımdan üzerimize doğru ateş açıldığını gördüğümde, bir
yere saklanmak yerine olduğum yerde dondum kaldım. Allah’tan korumaların
yardımıyla oradan uzaklaşabildim. Somali’de enfeksiyon kaparak hasta olmam,
sabahlara kadar ateş, halsizlik ve ağrılarla geçirdiğim günler, hayatımın unutulmaz
anıları arasına girdi. Somali’den İstanbul’a hasta hasta tek başına dönmek
zorunda olmak da ayrı bir zorluktu. Ancak 1 ayda bu hastalığı üzerimden
atabilmeyi başarabildim.
Bir
fotoğraf hikayesi
Galatasaray-Leeds United
UEFA Kupası maçı öncesinde İstanbul’a gelen İngiliz taraftarlardan biri
Taksim’de çıkan olaylarda öldü. O olayların başlangıcındaki bir kavgayı
görüntülemeyi başardım. Ancak 3 kare fotoğraf çektikten sonra İngiliz
taraftarlar makinemi kırdılar. O anda sinirden makinemi taraftarların üzerine
doğru atmayı bile düşündüm. Ancak çektiğim kareleri düşünerek bundan vazgeçtim.
Olayların devamını ve bıçaklanma olayını çekemememe rağmen elimdeki fotoğraflar
büyük değer kazandı ve Türk basınının yanı sıra tüm dünya basınında da birinci
sayfada yer aldı. Bizim gazetelerde tek imzam dahi kullanılmadı, sadece bana
yapılan saldırıdan bahsedildi. The TIMES, Guardian, The Telegraph, The Sun ve
daha birçok yabancı gazetede kullanıldı. Hatta ABD’nin Time Dergisi dahi
fotoğrafımı imzalı kullandı. Yabancı basının emeğe değer veren bu
yaklaşımını sadece bu fotoğrafta değil, çektiğim önemli başka fotoğraflarda da
gördüm. Bizim gazetelerimizin bu eksikliği ve emeğe karşı yaklaşımı, umarım
zamanla değişir. Ayrıca polis bu fotoğrafları kanıt olarak aldı, bir İngiliz
televizyon kanalı benimle olayların nasıl geliştiğine dair röportaj yaptı.
Fotoğraflar mahkemede sanıklara da gösterildi.
Bu güne kadar izlediğiniz ulusal ve uluslar arası spor
organizasyonları nelerdir?
Genel anlamda basın fotoğrafçılığı özelde ise spor
fotoğrafları nasıl bir gelişim izledi. Dün ve bugünü kıyaslarsanız nelerle
ifade edersiniz?
Teknolojinin gelişmesi ve iletişim
alanlarının artması, arkadaşlarımızdan bazılarının reklam ve tanıtım dallarına
kayarak orada para kazanmaya çalışması bu noktada işimize yaradı.Bir gün
rahmetli fotoğraf sanatçısı Nejat Eczacıbaşı ile ünlü foto muhabiri Ara Güler
televizyonda tartışıyordu. Eczacıbaşı cep telefonlarıyla bolca fotoğraf
çekilmesinin fotoğrafın gelişimine katkıda bulunacağını savunuyordu. Ara Güler
ise o fotoğrafların büyük çoğunluğunun çöplük olduğunu savunarak, ancak foto
muhabiri gözüyle çekilen fotoğrafların, bir konunun anlamını ortaya çıkarmada
vurucu güç olabileceğine dikkati çekiyordu. Bence Ara Güler’in tesbiti çok
doğru ve anlamlıydı.
Spor fotoğrafçılığı ise
diğer dallara göre zaman içinde fazla kan kaybetmedi. Maçlarda birçok foto
muhabiri arkadaşımız statlarda bize sağlanan yetersiz imkanlara rağmen
ellerinden geleni yapıyorlar. Spor ve magazinin gazete satışlarında etkili
olması bu iki dalda fotoğraf çeken arkadaşlarımızın elini biraz güçlendiriyor.
Hatta görev amacıyla en çok seyahat eden foto muhabirleri, spor foto
muhabirleridir. Spor foto muhabirlerinde eskiye bakacak olursak yaş ortalaması
daha yüksekti. Bugün için ise birkaç tecrübeli ismin dışında çok sayıda genç arkadaşımız
spor sahalarında görevlerini başarıyla sürdürüyor.
Bir
meslek olarak foto muhabirliği sizin için ne anlam ifade ediyor? Foto
muhabirinin vizyonu ne olmalıdır?
Foto
muhabirleri, hayatın önemli anlarını, ellerindeki makineleriyle kaydederek
tarihe geçmesini sağlayan ve bu önemli görevle, yıllar sonra bile hayranlıkla
bakılacak eserler bırakabilen emekçilerdir. Onların her türlü zor şarta
rağmen görevlerini yapmaya çalışması, meslek aşkını hala içlerinde
yaşatmalarındandır. Yoksa bana göre foto muhabirliğinden kazanılan para eskiye
göre azalmıştır. Foto muhabirlerinin amacı, her türlü zor şarta rağmen
tarafsızca ellerinden gelenin en iyisini yapmak ve tarih sayfalarına,
arşivlere, olayları en iyi şekilde anlatabilecek, insanlara uzun zaman sonra bile
ders verebilecek nitelikte kareler bırakmak olmalıdır. Bunu yaparken
kendilerinin ve meslektaşlarının sağlığını korumaya çalışarak her türlü olumsuz
şarttaki olaydan geriye, sevdiklerine, en iyi şekilde, görevini yapmanın
huzuru içinde dönmeye de çalışmalıdırlar.
Meslek hayatınız boyunca unutamadığınız çalışma anlarınız
nelerdir, ulusal ya da uluslar arası birçok olayı fotoğrafladınız.
Bunlardan bahseder misiniz. Bu güne
kadar izlediğiniz uluslar arası spor organizasyonları nelerdir?
"Fotoğrafın
kaymağını ben, dayağını Cemalettin Ağabey yedi"
Geçen
sezon Fenerbahçe – Galatasaray şampiyonluk maçında yaşanan olaylara değinecek
olursak, bu tür spor müsabakalarını yakından takip eden bir foto muhabiri
olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Birçok meslektaşımızın ekipmanı kayboldu ya
da kullanılamaz hale geldi. Sizin gözlemleriniz bu tür olayların engellenmesine
yönelik olarak nedir? Klüplere ya da taraftara düşen görevler nelerdir?
Geçen seneki olaylı Fenerbahçe-Galatasaray maçı,
öncesinde bile 90 dakikanın sonunda çok şey olabileceği sinyalini veriyordu.
Bence en iyisini Hürriyet Gazetesi’ndeki arkadaşlar yapmış. Ekipmanlarını bir
günlüğüne sigortalatma yönünde gazete yöneticilerini ikna etmişler. Bunun aslında
tüm yıl olması gerekir. Ancak sigorta şirketleri bu kadar risk altında çalışan foto
muhabirlerinin ekipmanlarını genellikle sigortalamaktan çekiniyorlar. Gazete
yöneticileri ise ek bir mali külfetin her zaman uzağında durmaya çalışıyor. Bu
tip olaylar bence bitmez. Çünkü bu tip olayları her kesim tam anlamıyla
önlemeye çalışmıyor. Olan da sonuçta biz basın mensuplarına oluyor. Bugün için
bazı spor kulübü yöneticileri bile fotoğrafını çeken muhabirleri azarlıyor ve
onlara karşı kötü sözler (küfür) dahi sarf edebiliyor. Ortamın gerilmesini
sadece gazeteciler değil, ilk başta bu tip yöneticiler sağlıyor. Bizim
insanımız da spor alanlarında kendi benliğinden sıyrılıp bambaşka bir benliğe,
kendisini rahatlatıcı bir kimliğe bürünmeye (olumlu veya olumsuz) çok
elverişli. Böyle olunca bize de sadece mümkün olduğunca kendini ve sermayesi
olan ekipmanını sakınarak çalışmak düşüyor. Bu ortamda sadece devletin, sporda
şiddete karşı koyduğu ve koyacağı yasaları kararlılıkla uygulaması, bize ve tüm
vatandaşlara fayda getirir. Ancak caydırıcı cezalar hiç kimseyi ayırt etmeden
uygulanarak bu olaylar minimuma iner. Yoksa her kesimin şu ana kadar yaptığı
gibi, birbirine suç atmaya çalışmasıyla, kendi yaptığı hatayı görmezden
gelmesiyle hiç bir ilerleme kaydedemeyiz.
Aziz UZUN kimdir?
Aziz
Uzun 1970 yılında İstanbul’da doğdu. Meslek hayatının yaklaşık on yılını
çeşitli gazetelerde çalışarak geçirdi daha sonra Anadolu Ajansı İstanbul
Fotoğraf Haberleri Servisi’nden emekli oldu. Aziz Uzun, meslek hayatı boyunca
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) başta olmak üzere, Türkiye Spor
Yazarları Derneği (TSYD), İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve diğer birçok
kuruluştan aldığı yaklaşık 30 ödül ile mesleki kariyerini taçlandırdı. Halen İstanbul’da
yaşayan Uzun, evli ve bir çocuk babasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder