16 Şubat 2013 Cumartesi

Eczacılığa Niyet Gazeteciliğe Kısmet!

Söyleşi: Raşit AYDOĞAN



Liseden mezun olduktan sonra ne yapmalıyım, ne olmalıyım karmaşası içerisinde hayatına yön vermeye çalışan, eczacılık okumak için küçük bir hamle yapan ve bu girişiminden arkadaşının uyarısıyla eğitimini gazetecilik alanına kaydıran ve adım attığı gazetecilik mesleğinde kırkıncı yılını deviren bir duayenin öyküsü bu. Üzerine yüklenen sorumluluğun hakkını sonuna kadar veren, meslek yaşamında birçok başarılı haber ve fotoğrafa imza atan, bu başarıları ulusal ve uluslar arası kurumlarca ödüllendirilen bir kalem:  “Celal Demirbilek”

Biraz kendinizden bahseder misiniz, gazeteciliğe başlama öykünüz, çalıştığınız kurumlar ve Hürriyet serüveni?

Basın ile ilk tanışmam lise döneminde bir okul gazetesi ile başlamıştı. Muhabirlik ve foto muhabirliği… Lise bitiminde istediğim üniversite puanını tutturamadığım için o yıllarda çok cazip olan özel okul arayışına girmiş ve Eczacılık Yüksek Okulu’nda karar kılmıştım. Kayıtların son günüydü. Rahmetli babam bana okulun yıllık taksitini vermiş, kayıt yaptırmaya gidiyordum. Yolda karşılaştığım liseden bir arkadaşıma Eczacılık Yüksek Okuluna kaydımı yaptıracağımı söyleyince “sen okulda gazeteciliğe meraklı biriydin neden Gazetecilik Yüksek Okulu’nu tercih etmedin? Ben kaydımı o okula yaptırdım. Üstelik yıllık taksiti diğer okullardan daha hesaplı” deyince bir anda kararımı değiştirdim. Peki öyleyse gidip kaydımı yaptıralım dedim.

Bu tesadüf karşılaşma benim yaşantımı da değiştirmiş oldu. Akşam babama ben eczacı değil, gazeteci olacağım dedim. Ve şu anda 40 yıllık mesleğime okul ile ilk adımını atmış oldum. Gazetecilik öğrenimimin ikinci yılında rahmetli Nezih Demirkent ağabeyimin yardımı ile Hürriyet Gazetesi’nde stajyer olarak başladım. Genelde geceleri derse giriyor, gündüzleri boynumda Ashai Pentax ile başlayan ilk fotoğraf makinası tanışıklığım ile gazetecilik mesleğini öğreniyordum.

Günler geçtikçe fotoğraf makinem yaşantımın bir parçası olmuştu. Spor servisinin en genci bendim. Yanlarında mesleği öğrendiğim büyüklerim benden 15 - 40 yaş daha büyüktü. Büyük yazar, muhabir ve foto muhabirlerinin yanında yetişme şansına eriştim. Güzel fotoğraflar çekiyor, haberler yapıyordum ama (sonradan öğrendim) şımarmayayım diye sürekli azar işitiyordum. ‘Böyle fotoğraf mı çekilir, böyle yazı mı yazılır” gibi…

Yıllar sonra ustalarımdan görüp “bir gün benim de böyle bir makinem olacak mı” dediğim Nikon ile tanıştım. Fotoğraf çekerken artık keyif alıyordum. Benim ilk sözleşmemdeki görevim muhabirdi. Ancak ben kalem ve daktilo kadar etkili olan fotoğraf makinesinin muhabirliğin vazgeçilmez bir parçası olduğuna daha o yıllarda inanmıştım. Yıllar sonra fotoğrafsız bir haber ve röportajın düşünülemez olduğunu çok iyi anladım ve bu düşünceden hiçbir zaman kopmadım. Bir göreve gittiğimde hem haber hem de fotoğraf sorumluluğu bana veriliyordu. Yıllar ilerledikçe yurt dışı gündeme geldi. Bana ‘sen çok gençsin gelecek vaat ediyorsun. Şimdi film yıkamayı ve telefoto geçmeyi de öğreneceksin’ dendi. Foto muhabirliğinin bu iki olmazsa olmazını bir günde öğrendim. O güne kadar  4 kişinin gönderildiği yurt içi ve dışı seyahatlerine beni tek göndermeye başladılar. Haberi topluyor, röportajı yapıyor, fotoğrafı çekip, filmin banyosunu yaptıktan sonra telefoto cihazı ile (li fax) ile fotoğrafları geçiyordum. Hürriyet Gazetesi’nden iki yıllığına Günaydın Gazetesine geçmiş daha sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde muhabir - foto muhabiri olarak görev yaptıktan sonra 1981 yılında yeniden yetiştiğim yuvam Hürriyet’e geri dönüş yaptım. Babıali yokuşundan çıkarken Hürriyet Gazetesi’nin Genel Müdürü Nezih Demirkent ağabeyim ile karşılaştım. Hürriyet’ten ayrıldığımda bana çok kızmış ve o günden sonra o karşılaşmaya değin mahcubiyetten yüzüne bakamaz olmuştum. Hatırımı sorduktan sonra “seni izliyorum, güzel haberlerini fotoğraflarını görüyorum mutlu musun” dedi. Sonra da ‘Hürriyet’te yeniden çalışmak istiyorsan git başla. Ben Doğan Koloğlu’na (spor müdürü idi) söyleyeceğim dedi ve ertesi gün Doğan ağabeyimin yanına gittim. Böylece yuvam Hürriyet’e geri dönmüş oldum.

            Türkiye’de basın fotoğrafçılığı kapsamında fotoğraf üretimi ne durumda? Daha özgün fotoğraflara eskisinden daha çok ihtiyaç var. Kurumlar neden foto muhabirini özgün bırakmıyor yaptığı ise saygı duymuyor?

Spor foto muhabirliğinde enstantane ön plana çıktığı için yaratıcılıktan çok ortaya çıkan görüntü öncelikli oluyor. Yaratıcılık az, herkes ortak bir yere bakıyor. Aynı açıdan görüyor. Toplu röportaj çekimlerinde kişisel saygıdan uzaklaşılıyor. Çekilecek objede özellik ortadan kalkıyor, bir basın toplantısı görüntüsünü alıyor. Bu da kişilerin birbirlerine olan saygısızlığını ön plana çıkarıyor.  


Hürriyet’te çalışmak nasıl bir duygu? Hürriyet foto muhabirine şunları katar dediğiniz olgular var mı varsa bunlar nelerdir?

Medyanın Amiral Gemisi denilen Hürriyet, gazetecilik yaşamımda ilk yazı ve fotoğraflarımın yayınlandığı gazetedir. Kınalıada’ daki yüzme yarışlarında yazı ve fotoğrafımın yayınlandığı ilk imzalı gazetemi hala saklarım. Gazeteciliği Hürriyet’te öğrendim. 34 yılımı geçirdiğim Hürriyet’te çalışmaktan son derece mutluyum. Hürriyet bana çok şeyler verdi. Dünyaya bir kez daha gelsem yine gazeteci olmak ister, yine Hürriyet’te çalışmayı arzu ederdim.  Dünyayı Hürriyet ile tanıdım. Geçen yıl telefon kayıtlarındaki isimleri saydığımda haber kaynaklı 8.317 kişiyi tanıdığımı öğrendim. Bu gerçekten büyük bir rakamdı. Bir göreve gittiğimde her zaman “ben Hürriyet’ten Celal Demirbilek’ dedim. Gerek haberlerim ve fotoğraflarım gerekse davranışlarım ile o büyük camiaya hep layık olmaya çalıştım. Hürriyet her zaman gerek filmli gerekse dijital fotoğraf makineleri dönemlerinde foto muhabirlerini teknoloji yarışında hep önde tuttu. Yeni üretilen bir makine, objektif  ve donanımları foto muhabirlerine kazandırmakta hiçbir özveriden kaçınmadı.

Bağlı bulunduğunuz gazete eser takibini nasıl yapıyor, telif hakları konusunda prensipleri neler, nelere özen gösterir?

Fotoğraf editörlüğünden aldığım bilgilere göre, verilen fotoğraflar Hürriyet’in fotoğrafı ise belirli bir bedelle satılıyor. Telif hakkı, ‘Hürriyet’ten alınmıştır’ şeklinde kullanılarak veriliyor. 1948 öncesinden bugüne kadar çekilen bütün fotoğraflar arşivleniyor. Eser takibi mükemmel bir şekilde arşivleme ve saklama niteliğinde sürdürülüyor.

Kitle iletişimde fotoğrafın gücü nedir sizce?

Fotoğraf haberin, kişinin aynasıdır. Fotoğrafsız bir haber güç değildir. Bir haber mi getirdiniz, önce size sorarlar ‘olayın fotoğrafı var mı?” Çünkü fotoğraf haberin belgesidir. Öyle haberler yayınlanır ki, fotoğrafsız ise kamuoyundan şöyle tepki gelir “Hani haberin fotoğrafı, yoksa palavra haber”. Gazeteci dilinde de asparagas haber. Fotoğraflı ya da görüntülü haber, konuşan haberdir. Toplumumuzda okumayı sevmeyen çok insan var. Gazetelerin, dergilerin fotoğraflarına bakar geçer. Fotoğraflara bakmakla yetinir. İşte kitle iletişiminde fotoğrafın gücü budur. İnsanlar görür ve hafızalarına yerleştirirler.

Unutamadığınız bir görev annız var mı? Sizi etkileyen belki gözünüzün yaşarmasına belki de kanınızın donmasına neden olan bir an?

Anı çok…  Todor Jivkov dönemi Bulgaristan’ında, kapıların açılıp soydaşlarımızın göçe zorlandığı günlerdi. Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonu haltercimiz Halil Mutlu’yu antrenörü Kırcaali’den Türkiye’ye getiriyordu. Kapitan Andreevo sınır kapısından, Kapıkule’ye geçerken, belki bırakmazlar ihtimaline karşı antrenörü, o zaman çok küçük olan Halil Mutlu’yu paltosunun içine gizlemeye çalışıyordu. İşte o sırada sınırdaki bir Bulgar görevli, şaşkınlığına gizleyemeyerek, “Şuna bak. Bir adam altında dört ayak, yürüyor” derken, Halil Mutlu çoktan Türk topraklarına geçmenin mutluluğunu yaşıyordu.

 Bir başka anı; Slovakya’nın Bratislava kentinde Avrupa Güreş Şampiyonası vardı. Kafile bu ülkeye Viyana aktarmalı gidiyordu. Ancak kafile transitiz diye Schengen vizesi almamıştı. Oysa Viyana Havaalanı’ndan çıktıktan sonra karayolu ile Slovakya’ya gidilecekti ve vize gerekliydi. Avusturya pasaport polisi kafilenin girişini yapmayıp sporcuları bir odaya aldı ve bende o fotoğrafı çektim. Kafile vize için Türkiye ile girişimlerde bulunurken ben de Viyana Havaalanı’nın bir tuvaletinde çektiğim filmi yıkıyordum. Lavabonun etrafındaki film banyo tıkımları ile banyo ilaç kutusu ve aparatlar tuvalete girip çıkan yolcuların fazlaca ilgisini çekiyordu. Ancak içlerindeki bir yolcu benim bu film yıkama işlemimden fazlaca şüphelenmiş olacak ki, kısa bir süre sonra ellerinde silahlarla tuvaleti basan dört Avusturya polisi hiçbir yolculuyu tuvalete sokmadı. Ben filmi banyo etmeye devam ederken omzuma dokunup ne yaptığımı sordular. Ben de gazeteci olduğumu ve çektiğim filmi yıkadığımı söylediğimde “peki siz işleminizi yapın biz sizi bekliyoruz” dediler. Filmi banyodan çıkarıp kuruttuktan ve polislere gösterdim, sonra “okey” deyip gittiler.

Ulusal ve uluslararası bir çok organizasyonda görev yaptınız. Sizi en çok etkileyen ve çalışırken çok keyif aldım dediğiniz bir organizasyon var mı?

40 yıllık meslek yaşantımda olimpiyat, Akdeniz Oyunları ile sayısız dünya, avrupa, balkan şampiyonaları ile uluslararası turnuvalarda ve ayrıca bilhassa balkan ülkelerinde siyasi haberler yaptım, fotoğraflar çektim.Bir çok olaydan etkilendim. Örneğin Bulgaristan’ın Jivkov döneminden sonra ilk Türk valileri, bakanları ile röportajlarım, Romanya’ya gizlice giden Nazım Hikmet’in Kadir gecesi tercümanına “Beni camiye götür komünist yönetime de haber verme” haberi, yine aynı ülkede Tuna’nın suları altında kalan Türklerin meşhur adası Adakale’nin kültür mirasının Şimian denilen bir başka adaya taşınması haber ve fotoğrafı, Romanya’da Türk asıllı tercüman’ın diktatör Nikolai Cavucescu’nun anılarını anlatması, o günlerde tüm magazin dünyasının merak ettiği “Şarkıcı karısı Binnaz’ı” Bulgaristan’da bulmam, O yıllarda İstanbul’da görev yapan bir Rumen casusunun manifestosunda Atatürk ile ilgili istihbaratların belgesi, bir süre Romanya ile Türkiye arasında sorun yaratan Çelmare’nin kılıç krizi, Türk atleti Elvan Abeylegesse’nin, Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ı Etiyopya’yı ziyaretinden önce Adis Ababa’daki yeni aldığı evine çaya davet etmesi ve bu davetin kabul edilme haberi, Bulgaristan’da tapulu mahallesi olan Çingeneler Kralı’nın sarayında yaptığım röportajlar  aklıma gelen çalışmalarımdır.

   Romanya’nın Çingeneler Kralı ve senatörü Ion Ciuabi ile röportaj yapmak için Sibiu şehrindeki evine (sarayına) gittim. Önce bana eşlerini “uno, doi, tire, patru” diye birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü eşini tanıştırdı. Röportajı yapıp, sıra fotoğraf çekmeye gelince, dışarı çıktı, ayakkabıları giymesini beklerken çıplak ayakla yolda yürüyüp beni partisinin ofisine götürdü. Ofiste tek bir sandalye yoktu. Bana ‘jost domnu’ deyip oturmamı istedi. Mecburen yere oturdum. Beni orada Çingene partisinin ileri gelenleri ile tanıştırdı. Ayağında ayakkabısı yoktu ama altında iki tane o yılın son model Mercedes’i vardı. Röportaj sonrası beni gazeteci olan büyük kızı Luminitza ile birlikte havaalanına götürdü. Arabada kralın gazeteci kızı benden renkli bir makara film istedi. Havaalanına geldiğimizde ben bileti nereden alacağımızı sorduğumda “Nece problema” (problem yok) dedi. Ve elimden tutup uçağın bir numaralı koltuğuna oturttu. O gittikten sonra uçağın hostesinin kim olduğumu sordu. Bükreş Baneasa Havaalanı’nda ise özel bir araç beni karşılayıp otelime götürdü.

Etkilendiğim bir başka olay Yunanistan’ın Papazlar özerk bölgesi Athos’da geçti. Selanik’in güneyinde üç yarımadadan biri olan eski adı ile Aynaros’a röportaj için gittim. Hristiyan tarikatların ve 2000 yıllık manastırların bulunduğu kadınların girişinin yasak olduğu yarımada da yaşam modern dünyanın nimetlerinden uzaktı. Elektriksiz yaşamı meşaleler aydınlatıyor, dişi hayvan barındırılmıyor, Bizans saatinin geçerli olduğu Athos’da tam bir ilkel yaşam sürüyordu. Bir pazar ayini sırasında bulunduğum Athos’daki büyük manastırda meşale ışıklarının altında tam bir fotoğraf zenginliği içersinde ‘kadınsız dünya” başlığı ile yayınlanan röportajım ses getirmişti.

Yıllarca Romanya’yı yöneten diktatör Nikolai Çavuşescu’nun öldürülmesinden sonra onun ve eşi Elena’nın eşyaları ve otomobilleri satışa çıkarılacaktı. Saraya ilk giren gazeteci olarak bu röportajı yaptığımda Çavusescu’nun maden işçilerini ziyareti sırasında giydiği çok sevdiği elbisesini giyip, eşi Elena’nın ayakkabıları ile kürkleri elimde çektirdiğim o fotoğraf anını unutamam.
   
Amatör sporlara ilginiz nasıl başladı?

Lise dönemlerinde judo ve güreş sporu ile ilgilenmiştim. Gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda 1,5 sayfası spor olan gazetem Hürriyet amatör spor dallarına 1980 yılından sonra daha geniş yer vermeye başlamıştı. 1981 yılında yuvam Hürriyet’e ikinci kez döndüğüm de Spor Servisi Müdürüm Doğan Koloğlu bana “Celal. Sen Cumhuriyet’te Beşiktaş muhabirliği yapıyordun. Biliyorsun Beşiktaş’a Kazım Kanat ve Onur Belge bakıyor. Seni amatör branşlara yönlendirsem ne dersin” deyince kabul ettim. Ve o günden sonra futboldan elimi ayağımı çekip amatör branşlara yöneldim. İyi bir karar verdiğim geçen yıllarda çok iyi anladım. Atletizm’den yüzme sporuna değin tüm amatör branşlarda ihtisas yapıp çok iyi bir haber camiası edindim.


Türkiye;’de en çok ödül alan gazetecilerden birisiniz bu başarılar nasıl geldi?
           
1981 yılında futboldan amatör branşlara dönüşüm ile fotoğraf, haber ve röportaj dallarında ödüller kazanmaya başladım. Yüzde 99’u futbol içerikli olan sayfalarda yer bulan amatör branşlardaki fotoğraflarım ile haberlerimin getirdiği yılın gazetecilik ödüllerim ile her zaman gurur duyuyorum.  Benim gazetecilik ilkelerimde görevin büyüğü küçüğü olmadı. Sayfaya gireceği şüpheli bir fotoğraf ya da tek sütunluk haberlerimin manşetlere taşındığı sayısızdır. Oltanın ucuna takılan küçük balık, her zaman bir büyük balık getirir. Bu unutulmamalıdır. Özel ajanslardan ya da kurumların basın halkla ilişkiler departmanlarından haber ve fotoğraf akışı başlayınca biraz tembelleşen medya zaman zaman bülten gazeteciliğine geçiş yaptı. Bir de buna internet eklenince oradan takla atılıp yapılan haberler ve alınan fotoğraflar bilhassa spor medyasının önemli kaynaklarından biri oldu. Böyle olunca da istihbari gazetecilik maalesef geri plana düştü.  

1981 yılında başlayan ödüllerim bugün 29 yılda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Gazetecilik, Yılın Oscarları, Foto Muhabirleri Derneği, TSYD, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Bursa Gazeteciler Derneği, Yılın Spor Yazarı, 3 kez Abdi İpekçi Türk-Yunan Barış ve Dostluk Ödülleri, Renault Mais fotoğraf ödülleri, Yurt dışı yarışmaları, Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu, Avrasya Maratonu, Belediye ve Spor Federasyonları ile çeşitli kuruluşlardan oluşan hizmet ödülleri ile 174 rakamına ulaştı.

Mesleki yaşama başladığınız andaki çalışma koşullarınız ile şimdiki koşulları kıyaslar mısınız? Ortaya ne gibi sonuçlar çıkıyor?

Film dünyasından, dijital dünyaya geçiş medyada çok şeyleri değiştirdi. Dijital öncesi çekilen fotoğrafların ayrı bir anlamı vardı. Filmi banyo edene değin değişik duygular ve heyecan içersinde olurduk. Diyaframı, enstantaneyi ezbere ayarlardık. Fotoğrafı çekmiştik ve geri dönüşü yoktu. Acaba ne çıkacaktı? Aramızda esprili bir laf vardı. “Çektim ama, kuş mu çıkar, civciv mi” Bazen filmin dişliden koptuğu olur, deklanşöre bastığımızda film sarma düzeneği  boşuna dönerdi. Bir bakardık, film bembeyaz çıkmış. Bunlar acı deneyimlerdi. Ancak şimdi teknolojinin sunduğu imkanlar bir hayli gelişti ve bizlerin de zaman kazanmasına yardımcı oldu.Ayrıca hata yapabilme oranımızı büyük ölçüde azalttı.

Yurt dışına kovalarla giderdik. Bir gün Yeşilköy Havaalan’ına inmiştik.Yolcu karşılamak için kapıda bekleyen bir vatandaş o halimizi görünce laf attı. “Türkiye’de kova yok mu da yurt dışından getirdiniz” diye. Ama bilmiyor ki, neden elimizde kova var. Bir Akdeniz Oyunları’nın açılış töreninde çektiğim 20 makara filmi sabaha kadar yıkamıştım. Tabi film dünyası ile dijital ortam arasında zamana göre yarışta büyük kolaylıklar var şimdi. Dünyanın neresinde olursanız olun olay mahallinde çekilen kareyi iki dakika sonra gazeteye ulaştırabiliyorsunuz. Film dünyasından gelenler bu mesleğin eziyetini çektiler. Şimdiki nesil işin kaymağını yiyor.


Yeni nesil gazetecilere tavsiyeleriniz nelerdir?

Gazetecilik diğer meslek guruplarına benzemiyor. Her Gazetecilik Yüksek Okulu’nu (şimdiki adı İletişim Fakültesi) bitiren gazeteci olamıyor. Meslek bilgilerinin yanı sıra bazı özel yetenekler de istiyor. Haber koklama, olayı görüş, deklanşöre basış anı. Öncelikle özel yeteneklerine ve ilgi alanlarına göre kendilerini geliştirsinler. Spor muhabiri ya da spor foto muhabiri mi olacaklar. Öncelikle sporu salt futbol olarak görmesinler. Amatör branşlara yönelip ihtisaslaşsınlar. O sporun çevresini edinsinler. Unutulmasın, bir adam bir haberdir. Genç jenerasyon muhabirlikten çok gazetenin içinde çalışmayı yeğliyor. Unutulmamalıdır ki,. Gazetecilik muhabirlikle başlar, Genel Yayın Yönetmenliğine kadar gider. Medyada artık düz muhabirlik ya da düz foto muhabirliği dönemi kapandı. Muhabir hem yazısını yazacak, hem de fotoğrafını çekecek. “Ben muhabirim, fotoğraf benim işim değil” düşüncesi artık iflas etmiştir. Maalesef aramızda “ben fotoğraf makinesi taşırsam bana haber vermezler” diyenler var. Unutulmasın ki boynunda fotoğraf makinesi olmayan bir muhabir önünde cereyan eden olayı gözleri ile mi çekecektir. Bir muhabirin telefon dataları ne kadar yüklüyse o kadar haber ve fotoğraf  demektir. Genç arkadaşlar, kolay iş olan bülten gazeteciliğine değil, araştırmacı gazeteciliğe ve yaratıcı foto muhabirliğine yönelmelidirler.

                                                                                            




Celal Demirbilek
(1953-)


1953'te İstanbul'da dünyaya geldi. Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi. Cumhuriyet ve Hürriyet Gazeteleri'nin spor servislerinde görev aldı. 1973'te TSYD üyesi olan Demirbilek, Uluslararası Güreş Federasyonu Birliği Basın Konseyi, Dünya ve Avrupa Boks Birlikleri basın komisyonlarında görev alarak uluslararası üç komisyona birden seçilen ilk Türk gazeteci ünvanını kazandı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder