19 Şubat 2013 Salı

VİZÖRÜN ARKASINDA HÜZNE TANIK GÖZLERİMİZ VAR




Kışın kör soğuğunda ayazın vurduğu parmak ucu ile dokunur deklanşöre,

Yazın, alnından akan teri yüreğindeki yaşla buluşturur foto muhabiri.

Gözü vizördedir, görünmez bebeği, burnunun direği sızlamaktadır yüreği gibi.

Vatan için Hak’ka yürüyen oğulların, babaların, kardeşlerin son yolculuğunda kamuoyunu aydınlatmak adına şehadet eder fotoğraf kareleri.

 Törene katılanların ortak duygusudur acı. Kimi bunu açıkça belli edebilir kimi ise bu kadar dışavurumcu olamayabilir. Törenlerde çalışan basın mensupları genelde acıyı içerlerinde yaşayanlardandır. Odaklandıkları haber unsurları ilk etapta onların tek ilgi alanı gibi algılanabilir. Tam anlamıyla böyle bir durumdan söz etmek acımasızlık olur. Her insan gibi onlar da bu atmosfer içerisinde duygu yoğunluğuna kapılabilirler fakat bu yoğunluk genelde yüreklerine          hapsedilir.                                              Fotoğraf: Raşit AYDOĞAN


Mesleklerini Ankara merkezli icra eden foto muhabirlerine canımızı oldukça yakan şehit cenazelerinde çalışırken hissettikleri duyguları sorduk ve aldığımız yanıtları sizlerle paylaşmak istedik.


Arif AKDOĞAN (HABERTÜRK) 

2007 yılının bir bayram sabahıydı. Kasvetli bir hava.. Bayram gibi değildi.. Durup durup yeniden yağan ince bir yağmur.. Kararsız.. Cebeci Askeri Şehitliği'nin kapısında 'yasak' diyen bir asker vardı. 'Bayram sabahı babalarına gelen çocukları, evlatlarına gelen annelerini çekmek.." yasaktı. Dışarı çıktım. Mezarları gören arka tarafa doğru yürüdüm. Ne fotoğraf çekesim vardı, ne de bir haber yapasım.. Ama arkaya yürüdüm... Demir parmaklıklar önündeki betona oturdum. Mezarlığın çevresinde de bayram yoktu. Garip bir bayramdı ya da buralara 'bayram' gerçekten gelmiyordu. Mezarlıkta boştu henüz..." Unutulmaz " şarkısını mırıldandım; " Bize olanlar, yaşananlar..." Ve hiçbir bayramda aklımdan çıkmayan o çocuğu gördüm. Ağaçların arasında, kafası önde... Herşeyi biliyor... Allahım, bugünün bayram olduğunu, buranın mezarlık olduğunu, yatanın babası olduğunu biliyor. Öyle yürüyor, herşeyi biliyor... Savaşı, kurşunu, patlamayı ve ölümü... Annesi hemen arkasında.. Annesine küsmüş ama...Hissetim, bildim. Deri pilot montu hala hafızamda... Amerikan traşı... Babası gibi giyinmiş.. Önde yürüyor... Mezarı o buluyor... Beni ' yemin ederim ' görmediler. Ah o anne... Oğlu mu var karşısında, ona çok benzeyen kocası mı ? Durdular mezarın başında, karşılıklı.. Yağmur durdu, rüzgar durdu, kuşlar durdu. Önce avuçlarını açtı anne, sonra onu gören oğlu. Hala küs annesine ama bu bayram sabahında... " Hadi oğlum kutla babanın bayramını..." dedi anne... Ne dediğini duymadım oğlu'(m)un... Yağmur başladı. Onlar ağladı, ben ağladım. İçerde onlar, demir parmaklıklar arkasında sadece ben vardım... Keşke almadıkları o kapıdan içeriye bakmak için zorlamasaydım kendimi... Arkaya dolanıp demir parmaklıklar arkasından babalarına gelen çocukları dinlemeseydim... Dinlemedim bi daha... Raşit kardeşim, 'şehit cenazeleri' deyince aklıma sadece, 'bu bayram sabahı' geldi. Bir de her şehit cenazesine gittiğimde, "Çocuğu olmasın allahım.." yakarışım... 

                                Fotoğraf: Arif AKDOĞAN


Alper YURTSEVER (TAKVİM)

18 yıldır kaç şehit cenazesine gittiğimi hatırlamıyorum. En büyük acının evlat acısı olduğuna kaç kez tanıklık ettiğimi...
Evet, ateş düştüğü yeri yakıyor. Ama şehit cenazelerinde öyle güçlü bir ateş yanıyor ki bu acıya "insanım" diyen kimse kayıtsız kalamıyor.
Duruma en yakından tanıklık eden foto muhabirleri de bu ateşten nasibini alıyor. 


                                Fotoğraf: Alper YURTSEVER


Burhanettin ÖZBİLİCİ (AP)

Bütün şehit cenazelerinde tarifsiz bir üzüntü, hüzün ve bazen de değerlerini bilemediğimiz, koruyamadığımız gencecik fidanlar için utanç duyarım. İmkan olsa cenazelerinde ailelerle hep birlikte olup, cenaze namazlarında ve törende İslam inancı, Türk töresi ve en sade muaşeret kuralları ile hiç bağdaşmayan görüntülere ( namazda protokol, renkli kravatlar ve çoğu çürük siyasilerin ailelerin önüne geçmesi, vb.) içimden isyan ederim. Bir de, -örneğin- Kocatepe Camii'nde, insanların cenaze namazına katılmalarının engellenmesi ve medyanın da bu rezilce durum karşısında torene bakmasını hiç hazmedemiyorum.


Coşkun İNCEKARA (Taraf)
 
Oldukça uzun zamandır bu işi yapıyorum. Hala alışamadığım sanırım hiç de alışamayacağım işlerden birisi bu. Özelde “şehit cenazeleri” genelde ise tüm cenazeler.
Biliyorum mesleğimiz gereği bunlar da izlenmeli. Benim yüreğim dayanmıyor. Mümkünse başka bir arkadaşım izlesin. 

Murad SEZER (Reuters)

Sadece şehit cenazeleri değil tüm cenazelerde kendimi duygusallıktan uzak tutarak görevimi yapmaya çalışırım. Genç, çocuk ve şehit cenazelerindeki duygu yoğunluğu tabii ki farklı oluyor. Şehit cenazelerinde bir foto muhabiri olarak gözlerim hep şehidin yakınlarını, özellikle eşi ve çocuklarını arar. Bazı arkadaşlar protokol gereği törenlerde uzak noktalarda tutulmamızdan şikayetçi olabilirler ama ben pek de yakin olma taraftarı değilim. Hepimizin teknik donanımı yeterli ve pek ala uzaktan da görevimizi yapabiliriz diye düşünüyorum. Şahsen hep tele objektifle uzaktan çalışmayı tercih edenlerdenim. Özellikle kameraman arkadaşlar ve onların etkisinde kalan meslektaşlarımız zaman zaman törenin düzenini bozup ailenin acısına ve cenazeye saygıyı hiçe saymaktadırlar.

Bu tür haberlerde kendimi Red Kit'teki cenaze levazımatçısı gibi görüyorum. Hani O, biri ölse de bana iş çıksa diye ellerini ovuşturan sevimsiz tip gibi.
Kafamda, sanırım hepimizin kafasında, uçuşan: en çok ağlayan kim, şehidin eşi ve varsa çocuğu (-kları) nerede, bebek var mı, kaç aylık? Annesi bayıldı mı? Tabuta kapaklanmasını kaçırdım mı, kaçıracak mıyım? Tabutun başındaki askerlerin gözü yaşlı mı?
İyi fotoğraf adına bunları düşündüğüm için maalesef her tören sonrasında kendimi kötü hissediyorum. Başka türlüsü mümkün mü bilemiyorum. 

Vatandaş Murad Sezer olarak etnik ya da dini bir bağnazlığım yok ama son 15 yılda gördüğüm ölümler beni ikili düşünmeye yöneltti. Filistinli militan ile İsrailli askerin cenazelerinde de, Afgan el kaide militanı ile ABD askerinin cenazelerinde de ortak nokta ölüm ve acı (hüzün)!
Buradan yola çıkarak ölümün dini, milliyeti ve bayrağı yok, herkesin şehidi kendine diyorum. Ateş düştüğü ocağı yakıyor.

                                Fotoğraf: Murad SEZER

Ali EKEYILMAZ (SABAH)

Her şehit cenazesi beni ağlatır.
Meslek hayatımın 30. yılına girdiğim bu günlerde, yüzlerce kez şehit cenazesi töreni izledim. Her törende gözyaşlarıma hakim olamadım. Çünkü her defasında kendi çocuklarım gözlerimin önüne geldi. Törenlerde şehit eşleri, çocukları, anneler ve babaları, nasıl yıkıldıysa ben de her cenazede aynı acıyı yaşadım. Ama meslek gereği, gözyaşlarımı fotoğraf makinemin arkasına sakladım.



Necati SAVAŞ (CUMHURİYET)

Ben bir foto muhabiri olarak artık şehit cenazelerine katılmaktan utanç duyuyorum. Buna karşın sorumlu siyasetçilerin elini kolunu sallayarak rahat tavırları ile törenlere katılmalarını ibretle izliyorum…









                                Fotoğraf: Necati SAVAŞ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder