Kışın kör
soğuğunda ayazın vurduğu parmak ucu ile dokunur deklanşöre,
Yazın, alnından
akan teri yüreğindeki yaşla buluşturur foto muhabiri.
Gözü vizördedir,
görünmez bebeği, burnunun direği sızlamaktadır yüreği gibi.
Vatan için Hak’ka
yürüyen oğulların, babaların, kardeşlerin son yolculuğunda kamuoyunu
aydınlatmak adına şehadet eder fotoğraf kareleri.
Törene katılanların ortak
duygusudur acı. Kimi bunu açıkça belli edebilir kimi ise bu kadar dışavurumcu
olamayabilir. Törenlerde çalışan basın mensupları genelde acıyı içerlerinde
yaşayanlardandır. Odaklandıkları haber unsurları ilk etapta onların tek ilgi
alanı gibi algılanabilir. Tam anlamıyla böyle bir durumdan söz etmek acımasızlık
olur. Her insan gibi onlar da bu atmosfer içerisinde duygu yoğunluğuna
kapılabilirler fakat bu yoğunluk genelde yüreklerine hapsedilir. Fotoğraf: Raşit AYDOĞAN
Mesleklerini Ankara
merkezli icra eden foto muhabirlerine canımızı oldukça yakan şehit
cenazelerinde çalışırken hissettikleri duyguları sorduk ve aldığımız yanıtları
sizlerle paylaşmak istedik.
Arif AKDOĞAN
(HABERTÜRK)
2007 yılının bir bayram
sabahıydı. Kasvetli bir hava.. Bayram gibi değildi.. Durup durup yeniden yağan
ince bir yağmur.. Kararsız.. Cebeci Askeri Şehitliği'nin kapısında 'yasak' diyen
bir asker vardı. 'Bayram sabahı babalarına gelen çocukları, evlatlarına gelen
annelerini çekmek.." yasaktı. Dışarı çıktım. Mezarları gören arka tarafa
doğru yürüdüm. Ne fotoğraf çekesim vardı, ne de bir haber yapasım.. Ama arkaya
yürüdüm... Demir parmaklıklar önündeki betona oturdum. Mezarlığın çevresinde de
bayram yoktu. Garip bir bayramdı ya da buralara 'bayram' gerçekten gelmiyordu.
Mezarlıkta boştu henüz..." Unutulmaz " şarkısını mırıldandım; "
Bize olanlar, yaşananlar..." Ve hiçbir bayramda aklımdan çıkmayan o çocuğu
gördüm. Ağaçların arasında, kafası önde... Herşeyi biliyor... Allahım, bugünün
bayram olduğunu, buranın mezarlık olduğunu, yatanın babası olduğunu biliyor.
Öyle yürüyor, herşeyi biliyor... Savaşı, kurşunu, patlamayı ve ölümü... Annesi
hemen arkasında.. Annesine küsmüş ama...Hissetim, bildim. Deri pilot montu hala
hafızamda... Amerikan traşı... Babası gibi giyinmiş.. Önde yürüyor... Mezarı o
buluyor... Beni ' yemin ederim ' görmediler. Ah o anne... Oğlu mu var
karşısında, ona çok benzeyen kocası mı ? Durdular mezarın başında, karşılıklı..
Yağmur durdu, rüzgar durdu, kuşlar durdu. Önce avuçlarını açtı anne, sonra onu
gören oğlu. Hala küs annesine ama bu bayram sabahında... " Hadi oğlum
kutla babanın bayramını..." dedi anne... Ne dediğini duymadım
oğlu'(m)un... Yağmur başladı. Onlar ağladı, ben ağladım. İçerde onlar, demir
parmaklıklar arkasında sadece ben vardım... Keşke almadıkları o kapıdan içeriye
bakmak için zorlamasaydım kendimi... Arkaya dolanıp demir parmaklıklar
arkasından babalarına gelen çocukları dinlemeseydim... Dinlemedim bi daha...
Raşit kardeşim, 'şehit cenazeleri' deyince aklıma sadece, 'bu bayram sabahı'
geldi. Bir de her şehit cenazesine gittiğimde, "Çocuğu olmasın
allahım.." yakarışım...
Fotoğraf: Arif AKDOĞAN
Alper YURTSEVER
(TAKVİM)
18 yıldır kaç şehit
cenazesine gittiğimi hatırlamıyorum. En büyük acının evlat acısı olduğuna kaç
kez tanıklık ettiğimi...
Evet, ateş düştüğü yeri
yakıyor. Ama şehit cenazelerinde öyle güçlü bir ateş yanıyor ki bu acıya
"insanım" diyen kimse kayıtsız kalamıyor.
Duruma en yakından tanıklık
eden foto muhabirleri de bu ateşten nasibini alıyor.
Fotoğraf: Alper YURTSEVER
Burhanettin ÖZBİLİCİ (AP)
Bütün
şehit cenazelerinde tarifsiz bir üzüntü, hüzün ve bazen de değerlerini
bilemediğimiz, koruyamadığımız gencecik fidanlar için utanç duyarım. İmkan olsa
cenazelerinde ailelerle hep birlikte olup, cenaze namazlarında ve törende İslam
inancı, Türk töresi ve en sade muaşeret kuralları ile hiç bağdaşmayan görüntülere
( namazda protokol, renkli kravatlar ve çoğu çürük siyasilerin ailelerin önüne
geçmesi, vb.) içimden isyan ederim. Bir de, -örneğin- Kocatepe Camii'nde,
insanların cenaze namazına katılmalarının engellenmesi ve medyanın da bu
rezilce durum karşısında torene bakmasını hiç hazmedemiyorum.
Coşkun İNCEKARA (Taraf)
Oldukça uzun zamandır bu işi yapıyorum. Hala
alışamadığım sanırım hiç de alışamayacağım işlerden birisi bu. Özelde “şehit
cenazeleri” genelde ise tüm cenazeler.
Biliyorum mesleğimiz gereği bunlar da izlenmeli.
Benim yüreğim dayanmıyor. Mümkünse başka bir arkadaşım izlesin.
Murad SEZER (Reuters)
Sadece şehit cenazeleri değil
tüm cenazelerde kendimi duygusallıktan uzak tutarak görevimi yapmaya çalışırım.
Genç, çocuk ve şehit cenazelerindeki duygu yoğunluğu tabii ki farklı oluyor. Şehit
cenazelerinde bir foto muhabiri olarak gözlerim hep şehidin yakınlarını,
özellikle eşi ve çocuklarını arar. Bazı arkadaşlar protokol gereği törenlerde
uzak noktalarda tutulmamızdan şikayetçi olabilirler ama ben pek de yakin olma
taraftarı değilim. Hepimizin teknik donanımı yeterli ve pek ala uzaktan da
görevimizi yapabiliriz diye düşünüyorum. Şahsen hep tele objektifle uzaktan
çalışmayı tercih edenlerdenim. Özellikle kameraman arkadaşlar ve onların etkisinde
kalan meslektaşlarımız zaman zaman törenin düzenini bozup ailenin acısına ve
cenazeye saygıyı hiçe saymaktadırlar.
Bu tür haberlerde kendimi
Red Kit'teki cenaze levazımatçısı gibi görüyorum. Hani O, biri ölse de bana iş
çıksa diye ellerini ovuşturan sevimsiz tip gibi.
Kafamda, sanırım hepimizin
kafasında, uçuşan: en çok ağlayan kim, şehidin eşi ve varsa çocuğu (-kları)
nerede, bebek var mı, kaç aylık? Annesi bayıldı mı? Tabuta kapaklanmasını
kaçırdım mı, kaçıracak mıyım? Tabutun başındaki askerlerin gözü yaşlı mı?
İyi fotoğraf adına bunları
düşündüğüm için maalesef her tören sonrasında kendimi kötü hissediyorum. Başka
türlüsü mümkün mü bilemiyorum.
Vatandaş Murad Sezer olarak
etnik ya da dini bir bağnazlığım yok ama son 15 yılda gördüğüm ölümler beni ikili
düşünmeye yöneltti. Filistinli militan ile İsrailli askerin cenazelerinde de,
Afgan el kaide militanı ile ABD askerinin cenazelerinde de ortak nokta ölüm ve
acı (hüzün)!
Buradan yola çıkarak ölümün
dini, milliyeti ve bayrağı yok, herkesin şehidi kendine diyorum. Ateş düştüğü
ocağı yakıyor.
Fotoğraf: Murad SEZER
Ali EKEYILMAZ (SABAH)
Her
şehit cenazesi beni ağlatır.
Meslek
hayatımın 30. yılına girdiğim bu günlerde, yüzlerce kez şehit cenazesi töreni
izledim. Her törende gözyaşlarıma hakim olamadım. Çünkü her defasında kendi
çocuklarım gözlerimin önüne geldi. Törenlerde şehit eşleri, çocukları, anneler
ve babaları, nasıl yıkıldıysa ben de her cenazede aynı acıyı yaşadım. Ama
meslek gereği, gözyaşlarımı fotoğraf makinemin arkasına sakladım.
Necati SAVAŞ (CUMHURİYET)
Ben
bir foto muhabiri olarak artık şehit cenazelerine katılmaktan utanç duyuyorum.
Buna karşın sorumlu siyasetçilerin elini kolunu sallayarak rahat tavırları ile
törenlere katılmalarını ibretle izliyorum…
Fotoğraf: Necati SAVAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder