30 Ekim 2013 Çarşamba

Foto Muhabirliği ve Sipa Kuşağı




İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Sipa Press’in 1971 ve 2011 tarihleri arasında ürettiği ve uluslararası basında en fazla yer alan fotoğraflardan oluşan bir seçkiyi fotoğraf severlerle buluşturuyor.
31 Aralık 2013 tarihine kadar gezilebilecek olan sergi, mesleğe Sipa Press Ajansı’nda başlayan Fransız foto muhabiri Michel Setboun ve gazeteci Sylvie Dauvillier tarafından hazırlanan kitaptan ilham aldı. 

Michel Setboun’un bu girişimini,  Sipa Press’in kurucusu Gökşin Sipahioğlu’na vefa borcu olarak gerçekleştirdiğini dile getiriyor.
Sipahioğlu 2011 yılında hayata gözlerini yummuş ve ardından meslek arkadaşları tarafından Paris’in en ünlü tiyatrolarından Odeon’da bir anma töreni düzenlenmişti. Kitap, Eylül 2012’de Perpignan Uluslararası Fotojurnalizm Festivali sırasında basına sunulmuştu.
Sergi kapsamında iki de panel düzenlenecek. Foto muhabirliğinin dününü ve bugününü ele alan panel 27 Eylülde kitabın yazarı Michel Setboun ve Sylvie Dauvillier’in katılımıyla yapıldı. Savaş muhabirliğini konu edinen panel ise 15 Kasımda Coşkun Aral ve Alfred Yakopzadeh’in katılımıyla gerçekleştirilecek. 

Açılışı 26 Eylülde yapılan serginin küratörlüğünü 1979-1993 yılları arasında Sipa Press’te fotoğraf editörü olan Mesut Tufan, görsel tasarımını ise İzzeddin Çalışlar yaptı.

Kaynak: Atlas Dergisi / Kasım 2013

29 Ekim 2013 Salı

ESARETİN BEDELİ: TÜRK LOKUMU


 İstanbul…

Ülke ekonomisinin başkenti olmasının yanı sıra günümüzde sporun da başkenti konumuna yerleştirilmiş durumda. Spor okurlarına daha hızlı erişim ve tiraj artırma çabaları, gazetelerin spor sayfalarında yer alan haberlerin genelde üç büyükler diye tabir ettiğimiz kulüpleri kapsaması, Türkiye’de amatör spor branşlarına yeteri kadar özen gösterilmediğinin en belirgin unsuru. 2020 olimpiyatlarının İstanbul yerine Tokyo’ya verilmesinin nedenlerinden birinin de, olimpik spor taraftarı ya da okuyucu kitlesinin oluşturulamamış olmasından kaynaklandığını vurgulayan Akşam Gazetesi spor yazarı Murat Tarhan, Türkiye’de spor ve spor yazarlığının son durumunu dergimiz Foto Muhabiri ile paylaştı.


Mesleğe başlama öykünüzü paylaşır mısınız?


Babam Celal Tarhan, eski futbol hakemlerinden. Dönemin iyi gazetelerinden Son Havadis’te de spor yazarlığı yapardı. Ben elektirik bölümü mezunu olmama rağmen, babamın yanında mesleğe ilk adımımı attım. Yıl da sanırım 1989’un Haziran ayı olacak. Sonra Güneş, Hürriyet, Fotospor ve halen görev yaptığım Akşam Gazetesi. 


Unutamadığınız anı ya da anılarınız?

2009 yılında Voleybol Genç Milli Takım ile Meksika’ya gittim. Kafiledeki tek gazeteci de bendim. Mexico City Havaalanı’na indiğimizde uçaktan çıkar çıkmaz tüm kafile gözaltına alınarak nezarete atıldık. Aynı odada uyuşturucu taşırken yakalanan bir İspanyol ve Meksikalı vardı. Serde gazetecilik olunca, olayı fotoğraflamaktan kendimi alamadım. 
Yaklaşık bir saat o odada bayan voleybolcularla birlikte tutuldum.Sonra serbest bırakıldık ama neden bizi nezarete attıklarını öğrenemedik.

2005 yılında ise Dünya Halter Şampiyonası için Dominik Cumhuriyeti’ne gittim. Federasyon orada dağıtılmak üzere yanında kutularca lokum getirmişti. Ancak havaalanındaki emniyet görevlileri, lokumun üzerindeki pudra şekerini uyuşturucu zannedince, yine tutuklanmaktan kaçamadık. Tüm kafile Türkiye’nin ünlü tadı olduğuna ikna edemeyince, başladık lokumları yemeye. Polislerin şaşkın bakışları arasında lokumları yemek zorunda kaldık. Sonunda ölmediğimizi ya da aşırı dozdan komaya girmediğimizi görünce, polisler ikna oldu ve otelin yolunu tuttuk.   

 
Sizce 2020 olimpiyatları neden Türkiye’ye verilmedi?

Verilmemesinin birçok nedeni var. Birincisi, sınırımızda çıkması muhtemel bir savaş. Yani bölgedeki siyasi karışıklıklar. İkincisi, dopingte yaşadığımız patlama. Son olimpiyatta altın madalya kazanan iki sporcumuzdan birinin dopingli çıkması, Türkiye üzerindeki kuşkuları daha da arttırdı. Üçüncüsü, gezi parkı olaylarında yaşananlar ve polisin sert müdahalesi. İllegal örgütlerin çevreye verdiği zarar. Dördüncüsü ise Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) üyelerinin şehir seçerken, ev sahibi ülkenin madalya kürsüsünde ne kadar yer alıp almadığına bakması. Biz madalya sıralamasında oldukça geride yer alan bir ülkeyiz. Bu da olimpiyatı alamamamızın başında gelen nedenlerden oldu.
 
Onlarca ülkede uluslar arası organizasyonlar ve olimpiyatlar izlediniz. Türkiye’de spor muhabirliğini ve foto muhabirliğini bu bağlamda nerede görüyorsunuz? Spor muhabirliğinin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

Biz spor muhabirlerinin şöyle bir problemi var. Dünyada spor yazarları, bazı branşlar üzerinde uzmanlaşıyorlar. Bir iki branşı takip edip, neredeyse ihtisas yapıyorlar. Bizde ise durum çok farklı. Kendimden örnek verecek olursam, 28 olimpik branşı da takip etmek zorundayım. Türkiye’de genelde de bu yönde bir yaklaşım var. Ayrıca, sadece haber yazmıyoruz. Fotoğraf yükünü de çekmek zorundayız. 
Gazeteden internet gazeteciliğine hızlı bir geçiş var. Gazeteler, internetle yarışmakta biraz geride kaldı. Bu nedenle çalışan sayısında da ciddi bir azalma var.  
Resim yazısı ekle


 
Spor muhabirliği genel anlamda artık İstanbul merkezli yapılıyor. Spor muhabirliğinin Ankara’daki durumu nedir? Nereye gidiyor, neden bu sürece gelindi?

İstanbul ile Ankara arasındaki fark, amatör branşlara olan yaklaşımımız. Üç büyük kulüp (Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş) muhabirliği, daha büyük önem taşıyor. Oysa biz bir avuç kalan başkentteki spor yazarları, olimpik branşlar ile Spor Bakanlığı ve Spor Genel Müdürlüğü ağırlıklı haberler yapıyoruz. Spor sayfalarının takipçilerinin büyük bir bölümü üç büyük kulüp taraftarı olunca, bizim türümüzün de sonuna geldik. Bu nedenle olimpik seyirci büyük önem taşıyor. Bir gün Fransa Bisiklet Turu ya da Londra Maratonu’nun gazetelerde yer almasını istiyorsak, olimpik okuyucuya kitlesi oluşmalı.


PTT Basketbol erkek takımının ikinci ligden birinci lige çıkışı ve şampiyonluk kutlamaları.  Sporcular telefonlarla yakınlarını arayarak bu mutlu anı paylaşıyorlar.







Türk basınında usta çırak ilişkisi eskiye oranla ne durumda? Benim ustalarım bunlardı diyebildiğiniz isimler ve kısa öyküleri?

Ben Nezir Önal gibi bir ustanın yanında mesleğe adım attım. Rahmetli Erol Yaşar gibi bir duayen ile aynı havayı soludum. Ankara’nın emekçileri Ali Erdoğan ve Umut Çevik’ten çok şeyler öğrendim. Şimdi benim jenerasyonum sözde usta pozisyonunda ancak bir şeyler aktaracağımız çıraklar yok. Maalesef, Ankara’da spor yazarlığının sonuna gelindi.


Trabzon’ da Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları(EYOF), Erzurum’da Üniversiteler Arası Kış Oyunları ve son olarak da Mersin’ de Akdeniz Oyunlarını organize ettik. Türkiye’deki spor organizasyonları ne ölçüde başarılı? Eksikleri var mı varsa neler?


Türkiye, spor organizasyonlarını neredeyse en iyi yapan iki üç ülkeden biri. Hatta bazen abarttığımızı da düşünüyorum.
Sayısı elliye yaklaşan ülkede organizasyonları takip etme fırsatı buldum. Bizden iyi yapanını görmedim. Eksikler tabi ki var. “O da bizden”, “Şuradan geçsek ne olur?” gibi söylemlere çok rastlıyoruz. Hele hele bir de üst düzey bürokratsa, iltimas bekliyor arkadaşlar. Ama Dünya’da işler böyle yürümüyor. Kurallar kesinlikle çiğnenmiyor. Yetkililer çocuklarına akreditasyon kartı çıkartmıyor. Eş-dost-akraba VIP’lerde cirit atmıyor. Biz bunları aştığımızda, işte o zaman spor kültürünü de özümsemiş olacağız.





 

Onlarca ülkede yüzlerce uluslar arası spor organizasyonu izleyen ve başarısını aldığı birçok ödülle taçlandıran Murat Tarhan, halen Akşam Gazetesi’nde görev yapıyor. Tarhan evli ve bir çocuk babası.


Söyleşi:Raşit Aydoğan